Büyük Marmara depreminde yataktan hızla fırlamış panik ve çaresizlikte içgüdüsel olarak sağa sola koşuştururken o anda depremde kolon ve kiriş altlarına girme fikri aklıma gelmişti. Üç yaşındaki oğlumu kucakladığım gibi kapı içinde siper alırken, karıma seslendim: 'Sütun altına gir, sütun altına gir!' Biraz sonra karımı bana doğru koştururken gördüm. Mutfaktan kaptığı bir kutu sütü başının üstüne tutuyordu. Depremin şokuyla saçmaladığımı düşünmüş ama beni kırmak istemediği için hazır mutfak da yakınken alayım bari sütü de altına gireyim demiş Evimin balkonundan aşağıda oyun oynayan çocukları izliyorum. Ebe olan çocuk bir renk söylüyor diğerleri bu renkte bir şeyi tutuncaya kadar onları elinde topla vurmaya çalışıyor. Gözleri cin gibi bakan ebe rengini söylüyor: 'Bordo!'' Diğer çocuklar etrafa koşturup bir yandan da bağırıyorlar: ''O ne laannn, o neeee?'' Babam emekli olduğu fabrikadaki anılarını ve dönemin işçi hareketlerini anlatıyor. Bahsettiği kişilerin hepsi erkek. Merak edip soruyorum hiç kadın işçi var mıydı diye. Yüzlerce işçinin arasında sadece 8 tane olduğunu söylüyor. Sizin fabrikada kadınlar işe yaramıyor muydu diyorum, koparan cevap geliyor: 'Yaramaz olurlar mı kızım, Taksim'e doğru yürüyüşe geçtiğimizde onları en öne koyuyorduk polis bir şey yapmasın diye.' bence benim kadar dalgın değilsin. Ben dün ekmek almak için evden çıktım. Asansörün 8. kat düğmesi yerine 6. kat düğmesine bastığımı fark etmedim. Anahtar kapıya uymayınca bu işten kıllanmadım. Çaldığım zilin bizim evin zili gibi çalmadığını da hiç fark etmedim. Hatta kapıyı açan kadının annem olup olmadığına dahi dikkat etmedim. İçeri girdim, elimdeki ekmeği mutfak tezgahına bıraktım. İşte o sırada buzdolabının bizim buzdolabı olmadığını fark ettim ve olayı çözdüm. Hiçbir şey sorun değil de, sevgili alt komşum iki gündür 'dişikarga çok iyi bir komşu, sadece kendi evine değil bizim evimize de ekmek getiriyor.' diye benimle dalga geçiyor Lisedeyim en yakın arkadaşımla okuldan kaçmışız Kadıköy'de yürüyoruz. O önde anlata anlata gidiyor ben arkada paşa paşa dinleyerek onu takip ediyorum. Tam o sırada ayağım kayıyor kendimi yolun ortasında buluyorum çok işlek bir cadde olmasına rağmen şansıma araba geçmiyor. Yola yapışmış olmanın verdiği dumurla arkadaşıma bakıyorum o ise hala anlata anlata yola devam ediyor. Toparlanıp yeniden peşine düşüyorum. 'En azından dilinden kurtuldum.' diye de sevinmeyi ihmal etmiyorum. Ertesi gün aynı yer, bu kez biz kolkolayız arkadaşımla tam dolmuş durağının önünden geçerken bizi magmaya yollayan sesi duyuyoruz. ''Lan Kamil, koş koş dünkü düşen salakla o patırtıyı fark etmeyen salak geçiyor.'' Sevgililer gününde, 'Anneme beraber bir hediye alalım.' diyen 9 yaşındaki kızıma, 'Aaaaa... Bak benim güzel kızıma. O benim karım, sevgilim değil. Sevgilimiz olunca alırız.' dedim mi? Dedim. Gidip annesine dedi mi? Dedi. A müzevirci, gidip annesine insan 'O sevgilisine alacakmış.' der mi? Hiç insan babasından böyle intikam alır mı? Hem vaktim olsaydı gidip almaz mıydım Öğretmeni, kardeşime bir cümle vermiş ve bunun devamını getirerek bir hikaye yazmasını istemiş. Cümle şu: 'Ali günün ilk ışıkları ile kalktığında yatağından hafifçe doğruldu ve pencereye doğru yürüdü.' Bizim tembel teneke devamını getirmiş: 'Ali pencereden sarkayım derken öldü.' Giriş tamam, sonuç tamam da gelişme nerede yavrucum? Onu bırak Ali de neye uğradığını şaşırdı. Birazcık yaşasaydı bari çocukcağız. Sevgililer gününde karıma sabah kahvaltısı hazırladım mı? Evet. Tepsiye koyup yatağa götürdüm mü? Evet. Gözünü açınca 'Hani gül yok ya!' dedi mi? Evet. Annesinin akşam gönderdiği börekten istedi mi? Evet. Annesinin gönderdiği börekleri yiyip benim hazırladıklarıma dokunmadı mı? Evet. Ben bir öküz müyüm? Evet! Aldığım o küçücük şeyi artık ona verir miyim? HAYIR! Annen alsın güzelim...